Gazeteciler olarak ne yapalım?
Denetim yetkisi ve yönetim yetkisi verilmemiş muhalefeti mi sürekli eleştirelim.
Ne yapalım?
Asıl görevi "Ülkeyi refaha taşımak, milli gelir yukarı çıkarmak, sınır güvenliğini sağlamak, dış politikada bizi başka ülkelerin esareti yapmayacak adımlar atacak, hukukun üstünlüğünü sağlayıp kendi başına bir hukuk olmayacak, liyakatli kadroları yönetim kademesine taşıyacak, kişiye bağlı değil, sistemin çarklarının tıkır tıkır işlediği bir yönetim sistemini oluşturacak" diye seçilen hükümeti değil de, sadece muhalefeti mi eleştirelim!
Ne yapalım!
İktidarın kendilerine kelime kısıtlaması koymadan, acımasız şekilde kişi, kurum ve kendine yakın olmayanlara karşı eleştirel hakkını kullandığı dönemde, biz her yazacağımızı on kez düşünüp, her düşüncemizi korkuyla mı söyleyelim.
Bu mu istenen!
Ya sinmiş bir gazeteci, ya da iktidar öven bir basın mensubu mu olalım.
Ülkemizde biraz sert ve net dil kullanan gazetecilerin tutuklanmasını sıkça izler olduk.
Gazeteci Fatih Altaylı'nın tutuklanma gerekçesini okuduğumda çok şaşırdım.
Cumhurbaşkanı'na hakaret suçunu anladım da, Cumhurbaşkanı'nı tehdit suçunu anlamlaştıramadım.
Bir kişiyi tehdit etmek için "Yakarım, yıkarım, öldürürüm" gibi en direkt karşı tarafı korkutacak ve sindirecek cümleler kullanmak gerek.
Evet, suçun oluşması için tehdit edilen kişinin gerçekten korkmuş olması gerekmez, korkutma amacı da yeterlidir.
Evet, dolaylı veya ima yoluyla da tehdit oluşabileceğine hükmedilmiş örnekler var.
Ancak bu örnekler de tarihten alıntı yapılarak tehdit içerdiği düşünülen örnekler değil, daha "Fiiliyata, eyleme dökerim' türünde söylemler.
Bu tutuklanmadan sonra artık gazeteciler tarihten örnekler veremez...
Gazeteciler geçmişten benzetmeler yapamaz...
Gazeteciler olasılıkları yazamaz...
Bilinç altına bu mu yerleştirilmek isteniyor.
Gazetecilik eleştirel bir meslektir.
Yorumlayan bir meslektir.
Fikir beyan eden bir meslektir.
Olması gerekeni anlatan, olmaması gerekeni de aktaran bir meslektir.
'Acaba birileri yanlış anlayacak mı, birileri tehditmiş gibi algılayacak mı' diye düşünürsek nasıl özgür basın olacağız!
Nasıl düşüncelerimizi aktaracağız!
Bizden istenen şey gönderilen bültenleri yayınlayan bir aracı olmak mı?
Mesleğimizi yorumlamaya kapatıp, siyasetçinin konuştuklarını onların istediği gibi kitlelere ulaştırmak mı?
Fatih Altaylı'nın kullandığı dil dönem dönem ağır eleştiri dili.
Ama bunun da kanunda yeri var.
Topluma mal olmuş kişiler bu eleştirilere maruz kalabilir, hukuk nezdinde bunu göğüslemek zorundadır.
Nasıl gazetecilere eleştirel hak yasalarca tanınıyorsa, topluma mal olmuş sanatçı, siyasetçi gibi kişilere de bu eleştirilere göğüs gerecek dayanma sorumluluğu yükleniyor.
Benzetmelerin ve kıyaslamaların tehdit olduğu kanısı ve tanısıyla gazetecilik mesleğini icra etmek ne kadar mümkün.
Bir ülkede vatandaşın dilinde pelesenk olmuş "Silivri soğuktur." cümlesi ne kadar normal?
Gerçekte sorulması gereken soru şu.
Fatih Altaylı, konuşmasındaki tarihsel örneklemeyi muhalefetten birine yapsaydı, 'Muhalefeti tehdit' diye olmayan bir suç gerekçesiyle tutuklanır mıydı?
Yazımın sonunda gazeteci Engin Korkmaz'a uygulanan çirkin davranışa da değineyim.
Bir AVM'nin güvenlik görevlisi, kendine yüklediği haddini aşan uyarı, engelleme, hakaret davranışını meslektaşımız Engin Korkmaz’a uyguladı.
Gazetecilere mobing sadece siyasetçiden değil, toplumun her alanından geliyor.
Yeter ki bir parazit, kendinde bu hakkı görsün.
İş adamını haber yap,
Açık alanda foto çek,
Birinin illegalliğini köşene taşı,
Veya esnafın ayağına bas yeter.
Demediklerini bırakmazlar.
Ne satılmışlığımız, ne yandaşlığımız, ne de teröristliğimiz kalır.
"Sana mı kaldı düzeltmek" diye de cümle noktalaştırır.
Oysaki düşünmezler...
Olmaması gerekenleri kaleme alanlar olmasa, karanlık çöker hayatın her alanına.
Hayata Seyirci kalmamanız dileğiyle.
Yorum Yazın
Facebook Yorum